İlk defa gideceğiniz gezide gittiğiniz yer kadar birlikte gideceğiniz arkadaş yada arkadaşlarınız da son derece önemlidir.
Zira uyum olmaz ise o gezi burnunuzdan gelir... Bu anlamda kendimi şanslı hissediyorum...
Portekiz tarihi kadar şehirleşmesi ile bence Avrupa da kesinlikle görülmesi gereken bir ülke.
Tipik İstanbul sokakları, lezzetli yemekleri, istediğiniz yere kolay ulaşılabilmesi adına tekrar gitmek istediğim bir ülke...
THY uçağı Barselona üzerinden Portekizin güneyinden şehrin üzerinden harika bir tur ile bizi havaalanına indirdi. bu arada merak ettiğimiz bazı yapıları tepeden seyretmek ayı bir keyif oldu..
Buyrun Protekiz maceramız;
Lizbon’a
Gece Treni ;
Antik diller öğretmeni Raimund Gregorius lisede ders sırasında
ansızın sınıftan çıkar, duyduğu Portekizce bir kelimenin büyüsüne kapılarak
yaşadığı şehri, düzenli hayatını terk edip hakkında hiçbir şey bilmediği
gizemli bir Portekizli’nin, doktor ve yazar Amadeu Prado’nun izini sürmek üzere
Lizbon’a doğru trenle yola çıkar. Ve hikaye böylece başlamış olur “Lizbon’a Gece
Treni” adlı kitapta.
Benim için ise THY
nin ekrandaki Lizbon yazısı bu hikayenin başlamasına yetti bile.
Mart 2015 de Lizbon
sokaklarında kendimi bulduğumda adeta daha önce burada yaşamış izlenimine
kapıldım. İstanbul doğup-büyümüş, Edirnekapı’da çocuklu geçirmiş biri olarak;
Balat, Edirnekapı, Beşiktaş’ın arka sokakları, harbiye yokuşu karşımda sergileniyordu.
Lizbon, ulaşımdan
bilime kadar her alanda sözü geçen kurumlara ve akademik birimlere sahip bir
şehir. Buradaki yüksek öğrenim okulları sayesinde genç ve uluslararası bir
öğrenci nüfusu, Lizbon’un gece hayatını da kendisine yakışan şekilde
canlandırıyor.
Lizbondaki gizemi çözmek için vasco da gama nın izinden gitmek
gerekiyor.
Jerónimos
Manastırı : Vasco da Gama Hindistan’dan dönüşünün
şerefine bakire Meryem anısına yaptırmıştır.
Şehrin ana tarihi eserleri ise vasco da gama anısına yaptırılmış
yapıtlardan oluşuyor.
Şehrin önemli tarihi bölgelerinden biri olan Belem’de yer alan
ve Keşifler Çağı’nda büyük önem taşımış olan Belem Kulesi, başkanlık
sarayı olarak kullanılan Belem Sarayı ve görkemli güzelliğinin yanı sıra
Denizcilik Müzesi ile Ulusal Arkeoloji Müzesi’ne de ev sahipliği yapan
Jerónimos Manastırı Lizbon turları ile göreceğiniz en önemli
yapılarından bazılarını oluşturuyor. Şehirden biraz uzakta yer alan Mafra
Sarayı ve Ulusal Meclis’in kullanımında olan Sao Bento Sarayı da
görmeden geçilmemesi gereken yerler arasında.
Güzel bahçeleriyle
ilgi çeken Fronteira Sarayı, kendi adını taşıyan meydanda bulunan Alfonso de
Albuquerque Anıtı ve Keşifler Anıtı’nı gezip Baixa bölgesindeki Rossio
Meydanı’nı turlayabilir, bu bölgedeki
ve Chiado, Principe Real gibi yerlerdeki dükkânları, mağazaları ve güzel
restoranları keşfedebilirsiniz. Tepeden şehre bakan Cristo Rei Anıtı
çevresinde muhteşem bir manzara sizi bekliyor.
Gerek Lizbon gerekse de Portekizin genelinde inanılmaz güzel deniz
ürünleri mutfağına ulaşmanız çok kolay.
Birbirinden lezzetli sunumlar midenizin yanında ruhunuzda bayram
ettiriyor. Eeee buraya kadar gelmişken gurme Vedat Milörün tavsiyelerini
dinledik ve soluğu Cervejaria Ramiro da
aldık. Lezzet 10 üzerinden 10..
Garsonun getirdiği
tablet menüde 32 farklı dilden menüyü okuyabiliyorsunuz tabii Türkçe olarak da.J
Belem pastanesinde Nata adlı tatlıyı yemeden dönmeyin. Her ne kadar bizim laz böreğine benzesede 1867 den beri aynı tat ile yapılıyor olması ve satın almak için ciddi bir kuyruk beklemeniz bu tada değecektir.
Lizbon bir yeme-içme cenneti. İnanılmaz lezzeteki deniz ürünleri, başlangıç olarak sunulan tuzlu tereyağlı ekmekler, hemen hemen her yemeğin yanındaki o efsane lezzetli patatesler.
Kaldığımız oteldeki görevliye yerel lokantalara gitmek istediğimizi söyleyince birkaç alternatif sundu. Bunlardan biri ise Eurico idi. S. Jorge kalesine çok yakın bir yerde. Bir zamanlar muhteşem yemeklerini bizdeki el arabası ile satan Eurico zamanla bu lokantayı açmış. çok küçük bir lokanta ve bazen sıra beklemeniz yada bulduğunuz ilk sandalyeye oturmanız gerebilir.
ayrılacağımız akşam yine bu lezzetli deniz ürünlerinden yemeye gittiğimizde yer kalmamıştı ve bir alman çiftin yanındaki iki sandalyeyi hemen kapıverdik. Öğretmen olan çift Almanya dan yılda 2-3 kere Portekize tatile geliyorlarmış. Dayanamayıp uçak biletini kaça aldıklarını sordum. Şok Şok Şok.. gidiş dönüş 30 €... başka bir şey söylemeyeceğim.. siz anladınız...
Lizbon bir yeme-içme cenneti. İnanılmaz lezzeteki deniz ürünleri, başlangıç olarak sunulan tuzlu tereyağlı ekmekler, hemen hemen her yemeğin yanındaki o efsane lezzetli patatesler.
Kaldığımız oteldeki görevliye yerel lokantalara gitmek istediğimizi söyleyince birkaç alternatif sundu. Bunlardan biri ise Eurico idi. S. Jorge kalesine çok yakın bir yerde. Bir zamanlar muhteşem yemeklerini bizdeki el arabası ile satan Eurico zamanla bu lokantayı açmış. çok küçük bir lokanta ve bazen sıra beklemeniz yada bulduğunuz ilk sandalyeye oturmanız gerebilir.
ayrılacağımız akşam yine bu lezzetli deniz ürünlerinden yemeye gittiğimizde yer kalmamıştı ve bir alman çiftin yanındaki iki sandalyeyi hemen kapıverdik. Öğretmen olan çift Almanya dan yılda 2-3 kere Portekize tatile geliyorlarmış. Dayanamayıp uçak biletini kaça aldıklarını sordum. Şok Şok Şok.. gidiş dönüş 30 €... başka bir şey söylemeyeceğim.. siz anladınız...
Bir okyanus balığı olan Morino balığının izini ise Porto daki portonun kuruluşu ile birlikte kurulmuş olan Cafe Guarany de yakalıyoruz.
Lokantalarda başlangıç olarak siz istesenizden istemesenizde masaya hemen sardalya ezmesi v.b. atıştırmalıklar getiriyorlar. eğer istemiyorum demezseniz hesaba ekliyorlar.. :)
Vasco Da Gama Köprüsü ; Avrupanın en uzun
köprüsü. Toplam uzunluğu bağlantı yolları ile birlikte 17.2 km. Köprüye ilk
giriş de biraz ürperseniz de yaklaşık 15 dakika sürecek olan yolculuğunuzda
tedirginliği ancak yol bittikten sonra atabiliyorsunuz.
Lizbon un olmazsa olmazları;
İstiklal caddesini andıran Agusta meydanından yürüyüp Augusto Zafer Takının altından geçip Tejo Nehrini görmeden dönmeyin.
Kelime anlamı kadere
veya alın yazısı olan ve hüzün, aşk ve acı dolu ağıt olan Portekiz'in türküsü
Fado bir akşamın keyfi olabilir.
Bira müzesi olan
Museu da Cerveja da bir bira içmek, Mercado da Ribeira da (kapalı yemek
pazarı) midenize yakışır birşeyler yemek, mahalleleri birbirlerine bağlayan
asansörler binmek bu şehrin vazgeçilmezlerinden.
Hazır Portokize kadar gelmişken Porto ya gitmeden olmaz dedik kiralık
aracımıza atladığımız gibi soluğu Porto da aldık. Porto nun adı dünyada şarap
ile bilinse bile tarihi, kültürü ve doğal güzelliği övgüyü ayrıca hak ediyor.
Porto şehrindeki gezimize Taylor’s
şarap evinde klasik bir şarap turu ile başlıyoruz.
Porto ya Taylor’s şarap evinin terasından bakmak ise ayrı bir güzellik.
Porto ya Taylor’s şarap evinin terasından bakmak ise ayrı bir güzellik.
Portekizlilerin,porto şarabı için
toprağın güneşten olma oğludur derler.
Porto şarabı bizim
alıştığımızın aksine daha tatlı. Tatlı olmasının ötesinde alkolle
kuvvetlendirilmiş bir şaraptır. Yani normal şarabın fermantasyonu içine alkol
eklenerek doldurulur böylelikle üzümdeki şekerin bir miktarı şarabın içerisinde
sabitlenir. Porto şarabı diğer şaraplara göre yatay değil dikey olarak
saklanabilir. Şişe tarihi ne kadar eski ise o kadar değerli olacaktır. 1935 yapımı
bir porto şarabının değeri 800 euro ya kadar çıkmaktadır.
Porto da bulunan ve
tarihi 1850 lere dayanan Lello kütüphanesi mutlaka görülmesi gerekenler
listesine alınmalıdır.;
Portekiz de her hikaye seramiklerle anlatılabilmiştir. Bunlardan biri
Portonun tarihinin anlatıldığı Porto tren istasyonudur.
Lizbon – Porto arasında yer alan Sintra görülmeyi hak eden UNESCO koruması altındaki bir merkez.
Pena Sarayı ise Portekizin en tepe noktasında konumlanmış muhteşem bir yapı. Tarihi mekanlara giriş yaparken hangi ülkeden geldiğimiz her yerde soruldu. Pena da sorduğundan Türkiye cevabını alan görevli şaşırınca neden diye sordum. Türkiye’den yılda 10-15 kişi gelir deyince şaşkınlığını anladım. Sonraki duraklarda görevlilere aynı soruyu sorduğumda benzer yanıtları aldım.
Porto dan Lizbon a dönerken kutsal Fatima duraklarımızdan
biriydi. Portekiz'de Ourém belediyesine bağlı olan bir köydür.
İtalyandaki Vatikan ne ise Portekizliler içinde Fatima aynı değerde. Kutsal bir mekn hikayesi ile daha da büyük bir ruhani özelliğe kavuşuyor.
Son durak olarak Avrupa’nın en uç noktası olan Cabo da
Rocaya rotamızı çeviriyoruz. Turizmin bu
ülkedeki gelişmişliğini burada bir kez daha anlıyorum. Zira buraya gelenlere Avrupa’nın
en uç noktasında bulunduğuna dair özel bir sertifika veriliyor.
Sertifikanın üzerindeki açıklamalar pek çok dilde yazılmış.
Ancak Türkçe yok. Yine soruyoruz neden diye. Buradaki görevli ise bize
istatistik ekranını açıyor ve bu noktaya yılda gelen Türk sayısının 50 yi
geçmediğini gösteriyor.
Cabo da Roca da ki uçsuz bucaksız okyanus hem ürkütüyor hem
de tarih kokan bu ülkede sonsuzluğa uzanan hayallerimin bir başka başlangıcı oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder